Değerli Basın Mensupları,
Yeni yasama yılının ilk basın toplantısına hoşgeldiniz, uzun bir zamandan beri görüşemiyorduk. Öncelikle yeni yasama yılının herkese hayırlı olmasını diliyorum.
Bugünkü basın toplantımızın ilk konusu olarak Avrupa Birliği ile ilişkiler konusunda değinmek istiyorum çünkü biliyorsunuz Avrupa Birliği 2020 İlerleme Raporunu yeni yayınladı.
Tükiye’nin AB ile üyelik müzakereleri, 3 Ekim 2005 tarihinde Lüksemburg’ta yapılan Hükümetler arası Konferans (HAK)’tan sonra başlamıştı ve Türkiye resmen AB’ye katılım müzakerelerini de bu şekilde 15 yıldır sürdürüyordu ancak Türkiye ile AB arasındaki inişli çıkışlı ilişki, o uzun geçmişin çok önemli bir dönüm noktasını aşarak böyle bir yeni sürece girmesi herkese ümit verdiği halde aradan geçen 15 yıl sonunda belki de AB’ye şimdiye kadar olmadığımız kadar uzakta bulunuyoruz.
İlerleme raporuna baktığınız zaman adı ilerleme raporu olan raporun içinde en çok kullanılan kelime gerileme.
Yani Türkiye’nin demokrasi, insan hakları ve hukuk alanında gerilediği belirtiliyor. Bu da Türkiye ile AB arasındaki ilişkileri giderek geriletiyor. Birkaç noktaya dikkat çekmek istiyorum raporda;
· 15 Temmuz 2016’da başlatılan ve 2018 yılında kaldırılan olağanüstü hal (OHAL) uygulamasının demokrasi, temel hak ve özgürlükleri olumsuz etkilemeyi sürdürdüğü belirtiliyor raporda. Bunun sebebinin de kısıtlayıcı bazı uygulamaların kanun haline getirilmesi olduğu kaydediliyor ve o dönemde Avrupa Konseyi’nin “kilit önemdeki tavsiyelerinin de dikkate alınmadığı, yerine getirilmediği” belirtiliyor.
· “Yasama, yürütme ve yargı arasında güçler ayrılığı olmaksızın tüm yetkilerin başkanlık düzeyinde toplanması” da, rapora göre demokratik hesap verilebilirliği ortadan kaldırıyor
· “Yargı içerisinde oto sansür ve korku ortamına neden olduğuna dair endişeler bulunmaktadır.” deniliyor.
· “Hakim ve savcı alımları ve terfilerinde nesnel, liyakata dayalı, yeknesak ve önceden belirlenmiş kriterlerin bulunmaması endişe yaratmaya devam ediyor” deniliyor.
· “Genel olarak yolsuzluk yaygındır ve endişe verici bir konu olmaya devam etmektedir.” deniyor, buna son vermek için gerekli siyasi iradenin de bulunmadığı raporda bir eleştiri olarak dikkate getiriliyor.
· AB, Türkiye’nin topraklarındaki artan göç yükü ve buna bağlı riskleri, ve mültecilere ev sahipliği yapmak üzere sarf etmekte olduğu önemli çabaları kabul etmekle birlikte Türkiye’nin göç baskısını siyasi amaçlar için kullandığını belirtiyor ve buna da şiddetle karşı çıkıyor.
· Ekonominin işleyişi konusunda ciddi endişeler olduğu belirtiliyor.
Yani nereden bakarsanız bakın rapor aslında Türkiye’nin 15 yılda AB ile ilişkilerinde geldiği noktanın fevkalade kötü bir nokta olduğuna dikkat çekiyor.
Neredeyse olumlu karşılanan tek nokta var: o da göç ve iltica politikası. Ancak orada dahi iktidarın mültecileri siyasi amaçla bir koz olarak kullanması nedeniyle yine eleştiri var.
Değerli Basın Basın Mensupları,
AB’nin eleştirileri aslında çok önemli bir sonuca işaret ediyor. Tek adam rejimi Türkiye’yi iflasa sürüklemektedir.
İnsan hakları, hukukun üstünlüğü ve demokrasi alanında yaşanan geriye gidişler ve Kopenhag kriterlerinden tamamen uzaklaşılması, Türkiye’nin uluslararası kurum ve kuruluşlardaki konumunu derinden sarsıyor. Ülkemize yöneltilen bu eleştirileri görmezden gelerek, çöpe atamayız, yok hükmünde sayamayız. Bunu yaparak da imajımızı düzeltemeyiz. Bu eleştiriler itibarımıza darbe vuruyor, Türkiye’ye zarar veriyor.
Şimdi bu eleştirileri kabul etmek istemeyenler var. Muhalefet olarak “ülkemizin çıkarları için gelin bunları düzeltelim, bütün bu eleştirileri Türkiye’nin yüzünü ağartacak şekilde ortadan kaldıralım” dediğimiz zaman bizi yerli ve milli olmamakla suçluyorlar ama bu kurumla Trürkiye hakkında ufak bir olumlu söz söyledikleri zamanda, sevinç gösterileri yapıyorlar. Biz bunları unutmuş değiliz!
İktidarın ülkemize yeni bir olumsuzluk daha miras bırakmaya hakkı yoktur.
Ülkemizin çıkarlarını Avrupa başkentlerinde anlatamayan ve ülkemizi diplomasi alanında yalnız bırakan bu politikalar, maalesef Türkiye’yi “havuç-sopa” politikasına mahkum etmiştir.
İktidar, Avrupa Birliği ile olan ilişkileri, gümrük birliği ve 18 Mart Mutabakatı’nın yenilenmesine indirgemiştir.
Bütün bunlarla birlikte AB’nin özellikle Doğu Akdeniz konusundaki yanlı tutumunun da altını çizmek istiyoruz.
Türkiye elbette AB’ye tam üye değildir ancak tam üye olmasak dahi Avrupalı bir ülkedir fakat bütün bu ilişkiler manzumesine ve yayınlanan raporlara baktığımızda AB tarafından Türkiye bir Avrupalı ülke olarak dahi görülmüyor. AB’nin tarafgir ve hakkaniyet ilkesinden yoksun olan açıklamalarını ve Doğu Akdeniz’de sırf bir üyenin tutumuna yakın durmak için taraf tutmasını kabul etmiyoruz.
Değerli Basın Mensupları,
CHP olarak, iktidarı AB ve üyesi olduğumuz kuruluşların çağrılarına kulak vermeye ve Türkiye’yi yeniden itibarlı bir ülke yapmak için gereken adımları atmaya davet ediyoruz.
Öncelikle, bugüne kadar söz verildiği halde toplanamayan 7. Reform Eylem Grubu’nun derhal toplanması gerektiğini düşünüyoruz.
İktidar, Doğu Akdeniz konusunda AB ile hangi pazarlıkları yaptığını mutlaka açıklamalıdır.
Güncellenmesi gündemde olan göç anlaşması konusunda Türkiye’nin kazanımları ne olacaktır? Bunlar kamuoyu ile paylaşılmalıdır.
Değerli Basın Mensupları,
AB raporunda sadece Türkiye ile ilişkiler yok, aynı zamanda birçok uluslararası konuya da değiniyor. Örneğin, bu hususlardan bir tanesi Suriye. Deniyor ki raporda, Suriye’nin Türkiye’nin sahadaki askeri gözlem noktalarını muhafaza ettiği ve bölgeye daha fazla takviye yaptığı belirtiliyor.
Hatırlayacaksınız, kısa bir süre önce MSB’den de bir açıklama yapılmıştı ve o açıklamada, İdlib gerginliği azaltma bölgesindeki 3, 4, 5, 6, 7, 8 ve 9 numaralı Türk Gözlem Misyonları’nın rejimin kontrolündeki alanlarda kaldığı ve askerlerimizin bir şekilde kuşatıldığı belirtilmişti.
Şimdi Mehmetçik böyle bir risk altındayken, iktidarı, bölgede zaten yüksek olan gerilimi daha fazla tırmandırmamaya davet ediyoruz.
Yine İdlib konusunda çok dikkat çekici bir hareketlilik başladı. İdlib’te Rus uçakları hava saldırılarına başladılar ve dikkat çekici şekilde bunu arttırdılar. Birkaç gündür Suriye’nin yanı sıra Rus medyasında da bu konu yer alıyor. Her ne kadar nihai bir operasyon olmayacağı şeklinde yorumlansa da, bu durumu terör unsurlarının sınırımıza yaklaşmasına neden olabilecek bir durum olarak görüyoruz ve bundan endişe duyuyoruz.
Ülkemizin ve kuşatma altında kalan Mehmetçiğimizin can güvenliği için iktidar bir çalışma içinde midir, bunu buradan tekrar sormak istiyorum.
Libya konusunda da değiniyor raporda. Libya’da da bugünlerde çok önemli gelişmeler yaşanıyor.
Bildiğiniz üzere Libya Başbakanı Fayiz el-Serrac, 17 Eylül’de, Libya devlet televizyonundan yaptığı bir açıklamayla, görevinden istifa edeceğini duyurdu.
Bunun ardından da Reuters’ın sorularını yanıtlayan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Sayın İbrahim Kalın, Sayın Tayyip Erdoğan ile Fransa Cumhurbaşkanı Macron arasında yapılan görüşmede gayet olumlu bir şekilde konunun ele alındığını belirtti ve Libya’da diğer ülkelerin yanı sıra Fransa ile de çalışabileceğimizi söyledi.
Bir yandan Fransa ile her türlü diplomatik usluba sığmayan söz düellosu devam ederken bir yandan da Fransa ile birlikte çalışacağımız söyleniyor.
Aynı şekilde darbelere karşı olduğumuz söylenerek Mısır ile ki – Doğu Akdeniz’in en önemli aktörlerinden biri – Mısır ile ilişkilerimiz ve diplomatik ilişkilerimizin seviyesi hala büyükelçi düzeyine yükseltilmezken darbe yapılan bir başka Orta Afrika ülkesi olan Mali’ye apar topar Dışişleri Bakanı ziyarette bulunuyor ve darbecilerle görüşüyor.
Değerli Basın Mensupları,
İktidar yanlı ve tarafgir dış politikalarıyla Suriye’de ve Libya’da bölünme yaratmıştır. Bu iki ülkenin de toprak bütünlüğüne değer verdiğini söyleyen iktidarın davranışları hiçbir şekilde samimi değildir.
Bakınız Afrika’dan söz ederken Mısır’dan söz ediyoruz, yakın coğrafyamızda Suriye’den söz ediyoruz, Libya’dan söz ediyoruz aslında Afrika’da bir başka önemli ülke daha var o da Sudan. Ama Sudan ile ilgili olarak Türkiye’de herhangi bir şekilde basında fazla bir bilgi görmüyoruz. Bunun sebebi uzun zamandan beri şeriat düzeninin içinde kıvranan Sudan’ın yaptığı son halk hareketiyle ülkeyi laik bir devlet olma yönünde dönüştürmüş olmasıdır.
Sudan’daki gelişmeleri fevkalade olumlu karşılıyoruz. Türkiye ile Sudan arasındaki ilişkilerin bundan sonra iki laik devlet arasındaki ilişkilere yakışacak şekilde bu ilişkilerin devam edeceğine inanıyoruz ve CHP olarak da Sudan’da yeni kurulan hükümetin her türlü ihtiyacının karşılanması gerektiğini söylüyor ve onlara destek veriyoruz.
Tabii dış politika dendiği zaman günümüzün en güncel meselesi Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki çatışmalar.
26 Eylül’den beri Ermenistan’ın provokasyonu ile başlayan fakat akabinde Azerbaycan’ın derhal cevap vererek 30 yıla yakın bir süredir işgal altında olan topraklarını kurtarma harekatı başarıyla ilerlemektedir. Bugün, 8 Ekim Cenevre’de Azerbaycan ile Ermenistan arasında ilk müzakerelerin yapılacağı gün. Tabii herhangi bir ateşkes henüz sağlanmadı ancak diplomatik temasların sürdürülüyor olması ve bugün Cenevre’de ilk görüşmelerin başlayacak olması olumlu bir gelişmedir.
Azerbaycan, 26 Eylül’den beri hem sahada hem masada yani hem askeri operasyonunda hem de diplomasi alanında fevkalade başarılı bir şekilde yoluna devam etmektedir. Bunu özellikle vurgulamak isterim.
Azerbaycan’ın operasyonu işgal altındaki topraklarını kurtarma operasyonudur ve bu fevkalade haklı ve meşru bir operasyondur. Bu haklı davaya da bütün uluslararası toplumun desteğini bekliyoruz, bu vesileyle bir kere daha Azerbaycan’ın haklı davasında da yanlarında olduğumuzu tekrar ilan ediyoruz.
Bölgenin önemli aktörü Rusya da aslında Yukarı Karabağ’da çatışmalarda, çatışmaların Ermenistan toprakları üzerinde olmadığını göstererek herhangi bir şekilde Ermenistan’ın yanında durmamakla uluslararası hukuka saygısını ve Azerbaycan’ın haklı davasında ve meşru harekatında yanında olduğunu üstü kapalı bir şekilde belirtmiştir. Bu da aslında önemli bir tutumdur. Gerilimin daha fazla tırmanmaması, savaşın daha fazla büyümemesi ve can kaybının daha fazla artmaması için Ermenistan’ın yapması gereken tek şey en kısa zamanda Azerbaycan’ın topraklarında sürdürdüğü işgali sona erdirmesi ve bu topraklardan geri çekilmesidir.
Son olarak Doğu Akdeniz konusuna da değinmek isterim.
Temmuz ayından bu yana Türkiye ile Yunanistan arasında süren geriliminde ilk üst düzey ikili görüşme bugün (8 Ekim’de) Slovakya’nın başkenti Bratislava’da gerçekleşti. Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu ile Yunan Mevkidaşı Nikos Dendias’ın bir araya geldiler, haberlerde bu yer aldı.
Elbette Türk hariciyesinin Türk diplomasisinin en üst düzey temsilcisi Dışişleri Bakanı’dır. Dolayısıyla diplomatik temasların Dışişleri Bakanı düzeyinde gerçekleşmesini olumlu bir gelişme olarak görüyoruz. Daha önce temmuz ayında dış politika ile ilgili, Doğu Akdeniz’deki gerginlikle ilgili, Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerle ilgili önemli bir konunun sadece danışmanlar tarafından yürütülmesinin ve kamuoyundan içeriğinin gizlenmesinin hiçbir şekilde doğru olmadığını söyledik, söyleyegeldik. Bu defa benzer bir tutumun izlenmeyeceğini ve Dışişleri Bakanımızın Yunan Mevkidaşıyla yaptığı görüşmede nelerin görüşüldüğünü kamuoyuyla paylaşacağını umuyoruz.
CHP’nin Doğu Akdeniz’deki politikası fevkalade nettir Değerli Basın Mensupları. Biz diplomasiyi ve sorunların müzakere yoluyla çözülmesini destekliyoruz, ısrarla da bunun doğru yol olduğunu savunuyoruz. Bu sadece Yunanistan ile masaya oturmak anlamına gelmemektedir. Aslında Doğu Akdeniz’de siyasi bir boşluk yaratmamak, daha doğrusu bugüne kadar yaratılmış olan siyasi boşluğun derhal doldurulması maksadıyla Türkiye’nin en kısa zamanda Mısır ile, İsrail ile diplomatik ilişkilerin seviyesini yeniden büyükelçiler düzeyine çıkarması, Suriye ile olan ilişkilerini de düzeltmesi gerekir. Aksi takdirde tıpkı Süleyman Şah Türbesi’ni oradan oraya gezdirdiğiniz gibi Oruç Reis’i de oradan oraya gezdirmekle kalırsınız.
Değerli Basın Mensupları benim bugün değinmek istediğim konular bunlardan ibarettir. Herhangi bir konuda sorunuz varsa onları yanıtlamaya hazırım. Buyurunuz.
Soru: Kapalı Maraş’ın açılması hakkında görüşünüz nedir?
Cevap: Değerli Arkadaşlar, Kıbrıs meselesiyle ilgili olarak, biliyorsunuz Maraş konusu uzun yıllardan beri kapsamlı çözümün bir unsuru olarak düşünülmüştü. Kapsamlı çözümden kasıt elbette Kıbrıs Türk halkının eşit bir toplum olarak Kıbrıslı Rumlar tarafından kabul edilmesi halinde varılacak olan çözümün federasyon mu olur başka bir şey mi olur… ama her şeyden önce Kıbrıs Türkleri ile Kıbrıs Rumlarının eşit haklara sahip şekilde adada yaşamalarının garanti edilmesinden sonra Maraş ile ilgili bir atılım yapılacak ve bir açılım sağlanacaktı.
Bugün Maraş ile ilgili olarak yapılan açılım, aslında sadece bir yolun ve sahile ulaşımın açılmasıdır. Herhangi bir şekilde basında bunun farklı bir açılım olduğu ve tüm Maraş bölgesinin açıldığı şeklinde yorumlanması da yanlıştır. Bunu özellikle vurgulamak isterim. Biz CHP olarak Maraş’ın tamamının açılmasının gerekli olduğunu düşünüyoruz. Ancak dediğim gibi bunu da kapsamlı çözümün bir unsuru olarak görüyoruz. Böyle salam keser gibi cadde cadde, sahil kesiti sahil kesiti Maraş’ın açılmasını ise pazar günü yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde yapılmaması gereken bir hamle olarak görüyoruz. Zaten KKTC’de bu adımın iç siyasi mülahazalarla yapılmış bir şey olduğu söylentisi var. Nitekim bundan dolayı da Kıbrıs’taki koalisyon hükümeti de bozuldu.
