Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Silahlı Kuvvetlerinin Birleşmiş Milletlerin Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti’nde icra ettiği harekât ve misyonlar kapsamında yurt dışında görevlendirilmesini bir yıl uzatan tezkere hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi saygıyla selamlıyor, 27’nci Dönem İkinci Yasama Yılı’nın ülkemize, milletimize ve demokrasimizin yegâne güvencesi olan Gazi Meclisimize hayırlı olmasını diliyorum.
Konuşmanın videosu için buraya tıklayabilirsiniz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 25 Nisan 2013 tarihinde aldığı 2100 sayılı Karar’la Mali’de Birleşmiş Milletler Çok Boyutlu Entegre İstikrar Misyonu yani MINUSMA kurulmuştur. Diğer taraftan, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 10 Nisan 2014 tarihli ve 2149 sayılı Kararı’yla da bu defa Orta Afrika Cumhuriyeti’nde Birleşmiş Milletler Çok Boyutlu Entegre İstikrar Misyonu yani MINUSCA kurulmuştur.
MINUSMA’nın amaçları, Mali’de istikrarın sağlanması, ateşkes sürecinin desteklenmesi, izlenmesi ve denetlenmesi, barış süreci yol haritasının uygulanması, ulusal siyasi diyalog sürecine destek sağlanması, Birleşmiş Milletler personeli ve sivillerin korunması, insan haklarının güvence altına alınması ve teşviki, kültürel varlıkların korunmasına destek verilmesi, MINUSMA’nın acil ve ciddi düzeyde tehdit altında olması durumunda Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin talebine binaen Fransız birliklerinin bu misyona destek olmak üzere müdahale etmesi olarak tanımlanmıştır.
MINUSMA’nın görev yönergesi ise, bölgedeki sivilleri korumak, sivil halka yönelik tehditleri tespit etmek ve kaydetmek, ülkede geçiş sürecinde siyasal hayatın işleyişine ve devlet otoritesinin ülkede tesis edilmesine katkı sağlamak, ülkenin toprak bütünlüğünün korunması, insani yardımların ulaştırılmasının kolaylaştırılması, Birleşmiş Milletler personelinin korunması, insan haklarının korunması ve teşviki, silahsızlandırma ve ülkeye geri dönüşlere destek verilmesiyle Orta Afrika Cumhuriyeti’nde güvenliğin yeniden tesisi için reform çalışmalarının desteklenmesini öngörmektedir.
Birleşmiş Milletler tarafından Afrika’da bölgesel istikrar ve barış için tehdit oluşturan insani ve siyasi krizlerin çözümüne ülkemizce askerî katkıda bulunulmasına 2 Ağustos 2016 tarihinden itibaren Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla izin verilmiştir. Bugünkü tezkere hudut; şümul, miktar ve zamanı Hükûmetçe takdir ve tespit edilmek üzere Türk Silahlı Kuvvetlerinin Birleşmiş Milletlerin Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti’nde icra ettiği harekât ve misyonlar kapsamında yurt dışına gönderilmesi için izin istemektedir.
Bildiğiniz üzere Türkiye’nin Orta Afrika ve Mali’deki Birleşmiş Milletler misyonlarına katkı sağlaması için 2014 yılından beri Hükûmet her sene Türkiye Büyük Millet Meclisinden yetki istiyor. Cumhuriyet Halk Partisi olarak bugüne kadar MINUSMA ve MINUSCA misyonlarına Türkiye’nin katkı vermesi yönünde bir tutum izledik.
Bu tutumumuzun gerekçelerini yüce Meclisle paylaşmak isterim. Mali 2012 yılından bu yana derin siyasi ve sosyoekonomik etkileri olan bir krizin içindedir. Bu krizin temel nedenleri arasında zayıf devlet kurumları, etkisiz yönetim, bölgesel dışlanmışlık, zayıf ve bağımlı sivil toplum, ekonomik darlık, iklim değişikliği ve doğanın bozulması ile yolsuzluk ve iç anlaşmazlıklar sayılmaktadır.
Mali Tuareg’lerin başını çektiği kuzeydeki yoksullar ile Sahraaltı etnik grupların yerleşik olduğu güneydeki zengin gruplar arasında fiilen bölünmüş bir ülkedir. Dünyanın en yoksul ülkeleri arasında yer alan Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki durum ise daha da vahimdir. Aralık 2012’de tırmanan şiddeti yatıştırmak için Ocak 2013’te imzalanan Libreville Anlaşması yeterli olmamış, isyancılar başkent Bangui’yi kuşatarak Cumhurbaşkanını ülkeyi terk etmeye zorlamışlardır. Sonrasında kurulan geçiş hükûmeti de ülkedeki şiddeti durduramamış, çatışmalar giderek dinsel, mezhepsel bir karaktere bürünmüştür. Aylar süren çatışmalarda binlerce insan öldürülmüş, nüfusun yarısından fazlası -ki bu yaklaşık 3 milyon kişi ediyor- insanı yardıma muhtaç hâle gelmiş, 650 bin kişi ülke içinde yerlerinden edilirken yaklaşık 300 bin kişi de çevre ülkelere kaçmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tüm dünyanın artık inkâr edemediği bir gerçek var. Ocak 2012’den itibaren El Kaide bağlantılı örgütlerin etki alanı genişledi. Bu örgütler sadece Suriye, Libya, Sina Yarımadası, Yemen gibi Orta Doğu bölgesinde kan dökmekle kalmamakta, yoksulluğun kol gezdiği Afrika kıtasında da yayılmaya devam etmektedir. Orta Afrika ve Mali’deki savaşları yayılarak bölgesel bir krize dönüşme ihtimali tüm bölgeyi etkilemektedir. Orta Afrika ve Mali’deki çatışmaların dinler arası bir savaşa dönüşerek küresel ölçekte bir gerilime evrilme olasılığı ihtimal dâhilindedir. Afrika kıtasının istikrarına, küresel barışın parçası olmasına ve terörle mücadele bağlamında gösterilen çabalara katkıda bulunmak önemlidir. Cumhuriyet Halk Partisi olarak politikamızın bu doğrultuda olduğunun altını çizmek isterim.
Türkiye, MINUSMA kapsamında görevli polis güçlerine katkı veren 29 ülke arasında yer almaktadır. Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin 6 Haziran 2018 tarihli Mali’deki Durum raporuna göre Mali’deki misyonda bir elin beş parmağını bile geçmeyecek sayıda polisimiz görevlendirilmiştir. İncelediğim kayıtlar bugün orada 2 polisimizin görev yapmakta olduğunu gösteriyor. MINUSCA misyonunda Ağustos 2018 itibarıyla 14.588 personel, 1.162 sivil, 136 misyon uzmanı, 10.759 asker, 2.053 polis ve 202 Birleşmiş Milletler gönüllüsü çalışmaktadır. Yine, Birleşmiş Milletler verilerine göre bugün Türkiye MINUSCA’ya asker ve polis sağlayan ülkeler arasında değildir. O zaman neden bölge için sınırı belirlenmeyen bir tezkere konusunda ısrarlıyız? Bu soru üzerinde düşünülmesi ve doyurucu bir şekilde yanıtlanması gereken bir sorudur.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhuriyet Halk Partisinin uluslararası terörizmle mücadele konusundaki kararlılığını biraz önce vurguladım. Hazır uluslararası terörizmle mücadeleye destek konusunu gündeme getirmişken belirtmek isterim ki İdlib konusu ne kadar önemliyse yakın gelecekte Afrika da aynı derecede önem kazanacaktır. Biz, El Kaide, IŞİD ve ona biat eden radikal örgütlerin Afrika’da küllerinden yeniden doğacak bir alan keşfetmiş olmalarından endişe duyuyoruz.
Afrika, 2018 yılında radikal İslamcıların âdeta rekabet ettiği bir sahaya dönüşmüş durumda. Birleşmiş Milletler raporlarında “Arap Baharı” adı verilen toplumsal hareketler sonrasında, Kuzey Afrika’daki silahlı terör örgütlerinin kuruldukları günden bu yana en güçlü konumlarına ulaştığı belirtiliyor.
IŞİD’in, uluslararası koalisyonun Irak ve Suriye’de terörizme karşı yürüttüğü baskılardan dolayı radikal hareketlerini sürdürebilmek için yeni bölgeler aramaya başladığını duymayan kalmadı. Afrika’nın kırılgan siyasi ve ekonomik yapısı, güvenlik zafiyetleri, IŞİD ve benzeri radikal İslamcı örgütlere bölgede hedeflerine ulaşmak için manevra alanı sağlıyor. IŞİD’in Kuzey Afrika’daki varlığı, örgütün Avrupa kıtasının güney sınırlarına yaklaşması anlamına gelmektedir. Bugün Avrupa Birliği tarafından da IŞİD ve El Kaide’nin Kuzey Afrika’daki faaliyetleri konusunda kaygılar artıyor. Bu tablo, Avrupa Birliğinin mültecilik politikalarını kökünden değiştirecek kadar önemlidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Suriye ve Irak’ta IŞİD’in art arda alınan darbelerle hezimete uğraması, örgütün, başta Kuzey Afrika olmak üzere başka bölgelerde yeniden yapılanmak için fırsat aramasına ve o bölgelerde neredeyse yeni şubeler açmasına neden oldu. Bu yeni şubelerin tesisinde eli kanlı Boko Haram gibi örgütler ya da El Kaide gibi bölgedeki mevcut terörist yapılanmalar kullanılıyor. IŞİD’in Suriye ve Irak’tan sonra genişleyebileceği alanlar, Afganistan ve Pakistan’ın yanı sıra Libya’dır, Mali’dir, kısacası Afrika’dır.
Yoksulluk, siyasi hayal kırıklığı, genç ve işsiz Müslüman kitleler… Bunlar, IŞİD’in aradığı desteği bulması için gerekli koşullar ve ne yazık ki Afrika’da bu koşullar ziyadesiyle mevcut. IŞİD’in Selefi bir ortamda yeniden palazlanma ihtimali çok yüksek. Mali de böyle bir ortamın hazırlanmasına en müsait zeminlerden birini oluşturuyor.
Son on altı yıldır kullanılan bir söylem var Sayın Başkan ve sayın milletvekilleri. Sanki Türkiye’nin daha önce dış politikası yokmuş gibi, atılan her adım yeni bir başarıymış gibi takdim edilmeye çalışılıyor. Sanki Türkiye 2002 yılından önce Orta Doğu’yu bilmiyormuş, Afrika’nın sorunları hakkında bilgi sahibi değilmiş gibi bir hava yaratılıyor. Oysa AKP’nin kendi imzasıymış gibi gösterdiği bu politikalar, AKP keşfetmeden çok önce hayata geçirilen ve uygulanan politikalardı. Türkiye’nin Afrika’ya açılımıyla ilgili ilk adımlar 1978 yılında Cumhuriyet Halk Partisinin iktidarı döneminde atılmıştır. Afrika’ya açılım planı da 1998 yılında uygulanmaya başlanmıştır. Yani AKP iktidarından çok öncedir. Özetle, Türkiye’nin Afrika politikasının payandasını 1998’de Dışişleri Bakanı olan merhum İsmail Cem başlatmıştır.
Bununla beraber, AKP Hükûmetinin dış politikanın her alanında olduğu gibi bu kapsamda -Orta Doğu’da da olduğu gibi- Afrika’yla olan ilişkilerinde de boyut değiştirdiğini söylemek gerekir. Zira AKP hükûmetleri döneminde Afrika’ya karşı emperyal bir politika izlenmektedir. 1960 yılından itibaren safha safha bağımsızlığını kazanan tüm Afrika ülkeleri, kendilerine Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü örnek aldıklarını, Türkiye’nin emperyalizm ve sömürgeciliğe karşı başkaldıran kutsal kurtuluş mücadelesinden ilham aldıklarını her fırsatta dile getirmektedirler.
Dinci, mezhepçi politika paralel devlet yapılanmasıyla yol arkadaşlığı ederken, kurulan ve Afrika’da Türkiye hakkındaki algıları olumsuz etkileyen bu yanlış uygulamalar şimdi aynı coğrafyada verilen tavizlerle giderilmeye çalışılmaktadır. Afrika’da 2008 yılında 12 büyükelçiliğimiz mevcut iken bugün bu sayının 40’a yaklaşmış olması Türkiye’nin sağlıklı bir Afrika politikası üretmesine ve bunu uygulamasına yardımcı olamamakta, aksine Türkiye enerjisini Afrika’da eski ortaklıkların izlerini silmek için yapılan diplomasi girişimleriyle harcamaktadır.
Türkiye’nin Afrika’ya bakışının dinî ve mezhepçi değerler üzerinden değil, evrensel değerler üzerinden değerlendirilmesi gerekirdi. Afrika’nın çıkarları açısından da laik, demokratik bir ülke olması açısından da Türkiye’nin Afrika kıtasında izlemesi gereken yol buydu. Zaten Atatürk’ü ve Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı’nı örnek alarak emperyalizm, kapitalizm ve sömürgeciliğe karşı mücadele veren Afrikalıların da beklentileri bundan ibaretti.
Hatırlayalım, Somali ziyareti sırasında “Batı sizi unuttu ama biz Müslümanız ve sizleri daha iyi anlıyoruz.” söylemleri Afrika’ya dinî bir refleksle yaklaşıldığını göstermeye yetmez mi? Afrika kıtası üzerinde en büyük rekabeti Çin’le yapmamız, ekonomik kalkınmaya katkıda bulunmayı hedeflememiz gerekirken, hele bunu gerçek ihtiyaçları olan ekonomi, işsizlik, yoksulluğun giderilmesi ve üretimin artırılması gibi kavramlar üzerinden yapmak gerekirken Afrika’nın sözde yeni ağabeyi olma rolüne girişmek hayalcilikten öteye geçemezdi. Nitekim benzer politikalar Türkiye’nin 1991 ile 2002 arasında Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’nde kaydettiği ilerlemeleri de geri döndürmüştür.
Bugün konumuz olan Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti bağlamında bir özelliğe önemle dikkat çekmek isterim. Her iki ülke de Sahra Çölü’nün güneyinde yer alırlar ve “Sahra Altı Afrika ülkeleri” olarak bilinirler. Afrika kıtasının çoğunluğunu bu ülkeler oluşturur.
Dün yeni yasama yılının açılısı sırasında yapılan konuşmada ne genel bir Afrika politikası ne Sahra Altı Afrika’ya ilişkin bir vurgu ne de Mali ya da Orta Afrika Cumhuriyeti’nden bahsedildiğini duyduk, sadece Kuzey Afrika’dan söz edildi. O bölge de Afrika kıtasının kuzeyinde, sadece Arap ülkelerinin bulunduğu coğrafyadır. Bu önemli bir ayrıntıdır değerli milletvekilleri zira Sahra Altı Afrika ülkeleri arasında Sudan dışında Arap nüfusu olan ülke yoktur. Sahra Altı ülkeleri de büyük bir duyarlılık içinde Kuzey Afrika’yla özdeşleştirilmek istemediklerini belirtmekte, farklılıklarının dikkate alınmasını özenle vurgulamaktadırlar. Bu ayrıntıya dikkat çekmeyi gerekli gördüm zira AKP, Afrika’ya bir bütün olarak bakamadıkça sağlıklı bir Afrika politikası da geliştiremeyecektir. Bu vesileyle bunu da dikkatinize getirmiş olalım.
Türkiye’nin çok boyutlu bir dış politika izlemesi gerektiğine her zaman inandık, bunu her zaman savunduk, geçmişte bu açıdan örnek alınacak adımlar da attık ancak bunu yaparken demokratik değerlerimize zarar veren bir anlayış içinde asla olmadık, içinde bulunduğumuz demokrasi blokundan kopmadık ve Afrika’nın tanıdığı, güvendiği, örnek aldığı Atatürk Türkiyesi anlayışından da hiç ayrılmadık.
Demokrasiyi Afrika topraklarında aramaya kalkanlar, kendine Afrika’dan rol model çıkarmaya çalışanlar dünyanın ve evrensel değerlerin gerisinde kalır. Oysa Afrika’dan bakıldığında Türkiye’yi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu değerlerini örnek alanlar demokrasiye yaklaşma yolunda hızla ilerlerler. Afrika Kıtası’nın istikrarına küresel barış ve terörle mücadele bağlamında katkıda bulunmak ülkemizin öncelikleri arasında olmalıdır.
Cumhuriyet Halk Partisi olarak Birleşmiş Milletler üyesi olmanın gereği ve sorumluluğu anlayışıyla tezkereye bu defa da olumlu baktığımızı belirterek sözlerime son veriyorum.
Saygılar sunuyorum. (CHP ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)