Yaz aylarının sessizliği, sonbaharın hazin sesi…
Temmuz 17, 2022

Yakın gelecekte Türkiye-ABD ve Türkiye-AB ilişkilerinin seyri nasıl izleyecek? NATO, Türkiye’nin güvenlik endişeleri ve AB ile insan hakları ihlâlleri konusundaki gerilim ilişkileri ne kadar etkiliyor? Eski diplomat ve CHP milletvekili Ünal Çeviköz yazdı.
Yaz aylarının dış politika alanında nispeten sakin geçmeye başladığı şu günlerde rehavete kapılmak yanıltıcı olur. Dış politika, tatil ya da sezon dinlemez. Şu sırada yavaşlamış ya da sakinleşmiş görünse de önümüzde dış politikada hareketli bir dönemin bulunduğunu yadsıyamayız.
ABD İLE İLİŞKİLER VE F-16’LAR KONUSU
Gündemdeki önemli konulardan biri elbette Türkiye’nin ABD’den alacağı F-16’lar. NATO zirvesi sırasında İsveç ve Finlandiya’nın üyeliklerine Türkiye’nin veto hakkını kullanması üzerine imzalanan ve hayli tartışılan üçlü mutabakat zaptı bu konuda bir ümit ışığı yakmış gibiydi. Daha önce Kongre’ye bu konuda olumlu görüş beklediğini bir mektup ile ifade eden ABD Başkanı Biden, mutabakat muhtırasının imzalanması karşılığında Erdoğan ile ikili görüşmeyi kabul etmiş, toplantı sonunda da F-16 dosyasını takip etmeyi vaat etmişti.
Karşı güçler hemen faaliyete geçtiler. Anlaşılan o ki, şimdi Kongre Türkiye’ye F-16 satışı ya da mevcut F-16’ların modernleştirilmesi için bazı şartlar ileri sürecek. Bu yönde bir teklifin Temsilciler Meclisi’nin ilgili komisyonundan geçtiği de söyleniyor.
İddialara göre, Türkiye’ye F-16 satılmasının öncelikle ABD’nin ulusal çıkarlarına uygun olduğunun Beyaz Saray tarafından Kongre’ye kanıtlanması gerekiyor. Türkiye’nin ABD’nin müttefiki olduğunu ve Türkiye’nin savunma olanaklarının artmasının ABD’nin de ulusal çıkarları doğrultusunda olacağını kanıtlamak ABD yönetimi için zor olmasa gerekir.
İkinci koşul ise ilginç. Buna göre, Türkiye’ye verilen F-16’ların Yunanistan toprakları üzerinde uçması engellenmeliymiş. Duyan da Hava Kuvvetlerimiz aklına estikçe Yunanistan üzerinde uçuş yapıyor sanacak. Üstelik, bunu kimin nasıl denetleyeceği de meçhul. Esasen, Türkiye ile Yunanistan arasında Ege’de adalar ve hava sahası ile ilgili görüş ayrılıkları mevcut iken ABD’nin böyle bir koşulu kabul etmesi beklenmemelidir. Bu ikinci koşulu Türkiye’nin kabul etmesi ise zaten beklenemez. Demek ki, ABD Kongresi F-16 satışının önünde engel yaratmaya devam edecek.
NATO İLE İLİŞKİLER
Öte yandan, TBMM’nin 1 Ekim tarihine dek tatilde olması, Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliklerinin TBMM gündemine ivedilikle gelmesini ve onaylanmasını da mümkün kılmıyor. Oysa, o tarihe dek diğer NATO üyelerinin bu onay sürecini tamamlamış olmaları ihtimal dışı değil. Arnavutluk çoktan onay sürecini bitirdi bile. Türkiye ise üçlü mutabakatın uygulanmasına bakarak süreci istediği kadar uzatabilecek. Bu yılın sonundan önce yapılacak olan NATO Savunma ve Dışişleri Bakanları toplantıları da bu açıdan Türkiye üzerinde istenmeyen bir baskı oluşturabilecek. Demek ki NATO ile de sorunlu olmaya devam edeceğiz.
AVRUPA KONSEYİ İLE İLİŞKİLER
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Büyük Dairesi, Osman Kavala davasında Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 46. Maddesinin 1. fıkrasını ihlâl ettiği sonucuna vardı. Ne diyor bu 46/1? Çok net olarak şöyle diyor: “Yüksek Sözleşmeci Taraflar, taraf oldukları davalarda Mahkeme’nin verdiği kesinleşmiş kararlara uymayı taahhüt ederler.”
Aslında aynı taahhüt Türkiye’nin Anayasa’sının 90. Maddesinde kendi mahkemelerimizi de bağlayıcı bir şekilde mevcut. Anayasamızın hükümlerinin, hatta Anayasa Mahkememizin kararlarının dahi sorgulandığı bir hukuksuzluk sürecinde Türkiye’nin AİHM’nin kararına uymasını beklemek herhalde çok hayalperest bir davranış olur.
AKP iktidarında Türkiye’nin dış politikasındaki yegâne öngörülebilirlik, öngörülememezlik olmuştur. Bunun en kısa zamanda değişmesi gerekiyor.
Bu durumda konu, Avrupa Konseyi’nin üçlü prosedür mekanizması ile Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, AKPM ya da AK Genel Sekreteri tarafından ihlâl durumu süreci başlatılmak üzere gündeme alınacak.
AKPM’nin de Ekim ayı oturumunda bir numaralı gündem maddelerinden biri haline gelecek. Bu sürecin Türkiye’nin lehine bir sonuç doğuracağını beklemek oldukça hayalperest bir davranış olur. Demek ki, Avrupa Konseyi ile de sorunluyuz.
AVRUPA BİRLİĞİ İLE İLİŞKİLER
Avrupa Konseyi ile sorunlu olmak Avrupa Birliği (AB) ile sorunlu olmak demektir. Osman Kavala’nın tutukluluğunun hukuksuz şekilde sürdürülmesi Avrupa Parlamentosu kararlarına, o kararlar da AB konseyinin Türkiye ile ilgili kararlarına sürekli olarak olumsuz şekilde yansıyor, yansımaya da devam edecek. Demek ki AB ile ilişkiler de sorunlu olmaya devam edecek.
NE YAPMALI?
Peki, bunca sorun varken, Türkiye dış politikada hiç mi dişe dokunur bir adım atmıyor? Son olarak İstanbul’da yapılan “Tahıl koridoru” toplantısı böyle bir çaba olarak görülebilir. Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırısı sonrası Türkiye’nin gerek ateşkes sağlanması amacıyla tarafları bir araya getirme çabaları, gerek şimdi Ukrayna’dan tahıl ihracı ile ilgili sorunu çözüme kavuşturma girişimleri uluslararası kamuoyu tarafından olumlu gelişmeler olarak kabul ediliyor. Ancak bu olumlu değerlendirmelerin iktidarın dış politika kusurlarını gidermesini veya unutturmasını beklemek de ayrı bir hayalperestlik olur.
Dış politika, “eğrilerim olabilir, ama bir doğru ile hepsini düzeltirim” mantığı ile yürümez. Dış politika, inandırıcılık, güvenilirlik, öngörülebilirlik ister. AKP iktidarında Türkiye’nin dış politikasındaki yegâne öngörülebilirlik, öngörülememezlik olmuştur. Bunun en kısa zamanda değişmesi gerekiyor. Bu değişimi sağlayacak yetkinlik Dışişleri Bakanlığı’nın, kararlılık ve irade ise seçimlerle birlikte göreve gelecek olan yeni hükümetin kadrolarında mevcuttur.