TUTANAK HİZMETLERİ BAŞKANLIĞI
Konuşmacı: AHMET ÜNAL ÇEVİKÖZ Seçim Çevresi: İSTANBUL
Dönem: 27 Yasama Yılı: 5 Tarih: 26.10.2021 Birleşim: 11 Ham Tutanak Sayfası:-
Tutanak Metni:
CHP GRUBU ADINA AHMET ÜNAL ÇEVİKÖZ (İstanbul) – Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Silahlı Kuvvetlerinin Irak ve Suriye topraklarındaki varlığını iki yıl uzatma talebiyle Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulan tezkere hakkında Cumhuriyet Halk Partisi adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisi ve değerli milletvekillerini saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, Suriye’de 2011 yılının Mart ayından beri bir iç savaş var. Bu savaşın yıkıcılığını en çok hisseden iki ülke var. Bunlardan bir tanesi iç savaşın bizzat ev sahibi olan Suriye, diğeri de bu iç savaşa taraf olan Türkiye. İç savaş Suriye’yi yakıp yıkarken ülke nüfusunun yarıdan fazlasını yerlerinden ederken milyonlarca Suriyeliyi ülke dışına kaçmaya zorlarken Türkiye’yi de adım adım bu iç savaşın içine çekti, yarattığı yıkımdan Türkiye’nin de zarar görmesine yol açtı.
Neydi Suriye’de yapılan hata? Yapılan hata, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde asla izlenmeyen bir dış politika değişikliğiyle 911 kilometre ortak kara sınırına sahip olduğumuz güney komşumuz Suriye’ye rejim değişikliğini hedefleyen bir politika izlenmeye başlanmasıdır. Bu politika sadece Türkiye’nin komşularının iç işlerine karışmama ilkesinin ihlali olmakla kalmadı, aynı zamanda bölgede taraf tutmayan ve sorunların çözümü için dengeli, barışçı yollarla çözüm arayan, diplomasiye öncelik tanıyan tutumuyla da çelişen bir sonuç doğurdu. Suriye’de Şam yönetimine karşı silahlı şekilde ayaklanan muhalefet unsurlarının koruyucusu, destekçisi ve askerî ortağı gibi hareket eden iktidar, bu politikasıyla bölge ülkeleri gözünde ülkemizin komşularının iç işlerine karışan bir ülke olarak da algılanmasına yol açtı. Ama asıl sorun bu değil değerli milletvekilleri, asıl sorun, iktidarın 2011 yılından bu yana bütün uyarılara rağmen ısrarla izlediği yanlış politikalarla Türkiye’yi Suriye’deki yıkıcı savaşın asli mağdurlarından biri hâline getirmiş olmasıdır. Şam yönetimiyle diplomatik iletişim kanallarını kapatan iktidar, kendi manevra alanını da yok ederek mezhepçi bir anlayışla beslediği saplantıların, yanlış kararların ve zincirleme hesap hatalarının esiri olmuştur. Maalesef bu durum yüreğimiz ağzımızda Suriye’den haber beklememize neden olmuştur. 3 askerî harekât yapıldı Suriye topraklarında ve sadece bu harekâtlar esnasında tam 278 askerimizi şehit verdik, ruhları şad olsun, mekânları cennettir. Onların hepsinin yüreklerimizdeki yeri hâlâ yanmakta ve anıları hafızalarımızda durmaktadır. Tüm şehit ailelerine bu vesileyle bir kez daha baş sağlığı diliyor, acılarını yürekten paylaşıyoruz.
Değerli milletvekilleri, önümüzdeki tezkereyle ilgili olarak dikkat çeken bazı hususları burada sizlerle paylaşmak isterim. Suriye’yle ilgili olarak ilk kez 2012 yılında önümüze gelen ve yurt dışına asker gönderilmesiyle ilgili Anayasa’nın 92’nci maddesi uyarınca yüce Meclisimizin onayını isteyen tezkereler silsilesi 2014 yılından itibaren Suriye ve Irak tezkerelerinin Türkiye Büyük Millet Meclisine birlikte sunulmasına dönüşmüştür. Anlaşılan o ki bu toptancı zihniyet iktidarın torba yasa anlayışını, torba tezkere anlayışı olarak da sürdürmesinden kaynaklanıyor.
Bir diğer açıklama da “Irak ve Şam İslam Devleti” adı altında faaliyetlerini sürdüren terör örgütü hem Irak’ta hem Suriye’de terör eylemlerinde bulunduğu için böyle bir yönteme gidilmiş olabileceği ama bir yandan iki ayrı komşumuz olan Irak ve Suriye’nin ayrı ayrı bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesi gerektiğini savunuyorsunuz; bir yandan da siz bu iki ülkeyi aynı sepete koymakla zaten bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüklerinin ihlalini zımnen kabul etmiş oluyorsunuz.
Bir diğer gariplik bu tezkerenin süresi. İki yıllık bir süre için Türkiye Büyük Millet Meclisinden izin isteniyor. Neden iki yıl sayın milletvekilleri? Türkiye’de geçtim erken seçimden 2023 yılının haziran ayında yapılması gereken normal seçimlerde mi yapılmayacak yoksa? Bu tezkerenin süresi 30 Ekim 2023 tarihine kadar uzatılıyorsa bu halk iradesinin bir sonraki seçimde iş başına gelecek olan yasama ve yürütmenin, hak ve hukukunun gasbı anlamına gelmektedir, böyle bir gasba bu millet vakti geldiğinde “hayır” demesini bilir ama biz bunun örneğini daha önce de gördük. Daha önce, bu yılın başında Libya ve Afganistan tezkerelerinin de on sekiz aylık sürelerle önümüze getirildiğini gördük. Anlaşılan o ki seçimlere yaklaştıkça iktidar tezkerelerin süresini uzatıyor. Neden korkuyorsunuz? İktidardan uzaklaşmakta olduğunuzu görmeyen, bilmeyen, duymayan kalmadı ki. Tezkerelerin süresini uzatmakla ömrünüzü uzatmaya mı çalışıyorsunuz? Korkunun ecele faydası yoktur; geliyor gelmekte olan, gidiyor gitmekte olan. (CHP sıralarından alkışlar) Yurt dışında asker bulundurma sürelerini uzatmak da bu akıbeti değiştirmeye yetmeyecek, bu da böyle biline.
Bakın, biz bu süre meselesini Libya tezkeresi önümüze getirildiği zaman da konuştuk. Libya tezkeresini on sekiz aylık süre için getirdiğinizde dedik ki: Bu on sekiz ay 24 Aralık 2021 tarihinde yapılacak olan Libya seçimlerinin de tarihinin süresini aşıyor. Bu seçimlerden sonra Libya’da kurulacak olan yeni hükûmetin askerlerimizin Libya’da bulunmasına razı olacağının garantisi var mı? Dinletemedik. Şu sırada zaten Libya’da geçici Hükûmet mensupları, Tobruk’taki Meclis yetkilileri, geçici Başkanlık Konseyi ve Dışişleri Bakanı dâhil herkes Türkiye’nin Libya’da asker bulundurmasına karşı olduğunu dile getiriyor ve askerlerimizin çekilmesini istiyor ama şunu söylemem lazım: Kendi ülkesinin yasal seçim süreçlerine, yasama ve yürütmenin yetkilerine saygı göstermeyen bir iktidarın başka ülkelerin yasama, yürütme ve halk iradesine saygı göstermesi zaten beklenemezdi. Libya halkına da bunun ne kadar yanlış olduğunu anlatmak ve Libya halkı ile Türkiye halkını yeniden barıştırmak da bize düşecek anlaşılan.
Peki, Libya’da durum bu da Afganistan’da farklı mı oldu? Afganistan tezkeresini de on sekiz aylık getirdiniz, o zaman da dedik ki: Afganistan’da sıkıntılı bir süreç var. Taliban Afganistan için yeniden ciddi bir tehdit hâline geldi. Afgan Hükûmetinin giderek güçlenen Taliban karşısında tutunabilmesi güç görünüyor, dikkatli olalım. Ne oldu? Dediklerimizin hepsi gerçek oldu. Afganistan’da on sekiz ay için süre istediğiniz Türk Silahlı Kuvvetleri varlığını altı ay içinde apar topar çektiniz, üstelik Taliban Kabil’e yaklaşmadan çok önce. Dedik ki: Mehmetçik’in can güvenliği tehlikede, siz ise Kabil Havalimanı’nın güvenliğini üstlenmeye çalışıyorsunuz, çekin Mehmetçik’imizi bu cehennemden. Bunu haftalarca ısrarla dile getirdik, Amerikan askerlerinin artık Afganistan’da daha fazla kalmayacağı anlaşılana kadar da askerimizi tehlikeye atmaya devam ettiniz. Şükürler olsun ki bir tekinin bile ayağına taş değmeden Mehmetçik’imiz Afganistan’ı terk etti. Hâlâ daha akıllanmadınız şimdi de Taliban hükûmetine kur yapıyorsunuz.
Değerli milletvekilleri, Suriye’de, inanın bu Libya ve Afganistan konusunda dile getirdiğim hususlardan çok daha vahim bir durumla karşı karşıyayız. 14 Eylülde Moskova’yı ziyaret eden Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin bir görüşme yaptılar ve bu görüşmeden sonra Suriye’de bulunan tüm yabancı askerlerin çekilmesi gerektiğini açıkladılar. Adres, Amerika Birleşik Devletleri ve Türkiye’ydi elbette ama bunu kimse pek ciddiye almadı aksine Sayın Erdoğan, New York’ta Biden’le görüşemeden ülkeye döner dönmez Amerika Birleşik Devletleri’nin Suriye’den askerlerini çekmesini söyledi. Amerika Birleşik Devletleri muhtemelen Suriye’den çekilmeyi de yakında gündemine alacak çünkü artık dünyada başka ülkelerin topraklarında asker bulundurmak üzerinden iç politikada nemalanma devri sona erdi. Afganistan örneğinde olduğu gibi Türkiye’nin de artık bu politikadan vazgeçmesinin zamanı geldi. 2016 yılından beri Suriye’de operasyon yapılıyor. Sonuç nedir? Sıfıra sıfır elde var sıfır. 2015 yılından beri yurt dışındaki yegâne ulusal toprak parçamız olan Süleyman Şah Türbesi’ni apar topar kaçırdınız, altı yıldır Süleyman Şah Türbesi’nin topraklarını geri alamadınız. Suriye’de geri çekilmeyi altı yıl önce başlatmışken, şimdi sanki bu hiç olmamış gibi Suriye’de yeni bir operasyondan söz ediyorsunuz. Maksadı nedir? Süleyman Şah Türbesi’ni yeniden ait olduğu topraklara taşımak mı? Merak etmeyin, onu da zamanı geldiğinde biz gerçekleştireceğiz.
Deniyor ki: Tel Rıf’at bölgesinde bir askerî harekât düzenlenecekmiş. Böyle bir harekâtın maliyeti, sakıncaları, askerî taktik ve stratejik bakımdan yapılabilirliği düşünülmüş mü acaba? Bugün Türkiye’de yandaş sevdalılar dahi biliyor ki böyle bir operasyonun kara harekâtı olarak gerçekleştirilmesi neredeyse bile bile intihara gitmek demek; arazi yapısı düz, herhangi bir engebe yok ve her şeyden önemlisi hava desteğiniz yok. Zira Rusya hava sahasını kapatmış durumda. Yani Türk askeri böyle bir operasyona kalkıştığı takdirde keklik gibi avlanacak. Son zamanlarda ardı ardına bazı generallerimizin istifa etmek, emeklilik istemek gibi davranışları acaba bundan mı kaynaklanıyor? Böyle bir operasyonun herhangi bir kurmay zekâya dayanmadığı açıkça belli. Hani yapay zekâya bile başvursanız, bir iki simülasyonla harekâtın nasıl bir sonuç vereceğini görürsünüz ama anlaşılan ne kurmay zekâya ne yapay zekâya başvuruluyor, “Bir deneyelim bakalım, ya tutarsa.” deniyor herhâlde. Böyle bir şeye de dense dense kobay zekâ denir.
Suriye’de ne gibi bir tehlikeyle karşı karşıya olduğumuzu, biz, 2018 yılında Soçi’de yapılan Astana süreci zirvesine ilişkin toplantıdan beri söylüyoruz. Bugün Suriye’de başlıca sorun, İdlib bölgesindeki cihatçı unsurların Türk Silahlı Kuvvetlerinin varlığına güvenerek eylemlerini sürdürmeleri ve orada tutunmaya devam etmeleridir. M4 ve M5 kara yollarının kontrolünü Suriye yönetimine devretmekle yükümlü olan iktidar, bunu yerine getiremediği için Suriye’de şehit vermeye devam ediyor. 27 Şubat gecesi 33 askerimizi bir anda kaybetmemizin müsebbibi işte bu inatçı ve hiçbir stratejiye dayanmayan ısrardır. Bugün Rusya ve Suriye, Türkiye’nin 2018 yılından beri yerine getirmemek maksadıyla türlü bahaneler uydurduğu M4 ve M5 Kara Yollarının çevresinin radikal ve terörist unsurlardan temizlenmesi için gerekli operasyonu kendileri gerçekleştirmeye hazırlanıyorlar. Herkes kollarını sıvamış bekliyor. Böyle bir harekât başladığı takdirde Türkiye’ye doğru yeni bir göç dalgasının başlamayacağına da kimse inanmıyor.
İktidar Türkiye’yi Suriye’de rehin hâline getirdi. Bir yanda Amerika Birleşik Devletleri’yle nerede birlikte hareket edeceğini bilemeyen ve savrulan bir politika, bir yanda Putin’e koşup İdlib’de ne yapacağını bilmeyen bir politika, bir yanda da Suriye’de sözde şirin görünmeye çalışarak himaye edilen terör grupları. İdlib’de Silahlı Kuvvetlerimizin bulunduğu gözlem noktalarının civarında kimler var biliyor musunuz? Terörist unsurlar ve terörist gruplar. Bunlar bizim Silahlı Kuvvetlerimize ne kadar yakında konuşlanırlarsa o kadar güven içinde olduklarını zannediyorlar. Rusya’nın hava desteğiyle Suriye ordusu da sürekli olarak onları vuruyor. Bazı durumlarda gözlem noktalarımızın hemen yanı başına kadar düşen bombardımanlarla karşı karşıya kalıyoruz.
Öte yandan, Türkiye’yi hizaya sokmak için çalışan ve aklı sıra Türkiye’ye gözdağı vermeye çalışan terör grupları da var; örneğin, Ebu Bekir Sıddık’ın Yardımcıları Seriyyesi. Son dokuz ayda bu grubun askerlerimize yönelik saldırılarının ne kadar yoğunlaştığını biliyor musunuz? Ben size söyleyeyim: 7 Aralık 2020 İdlib’in kuzey kırsalından Ram Handan köyünde Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarına ağır silahlı saldırı, 4 Ocak 2021 İdlib’in kuzeyinde Kafraya köyü yakınlarında konvoyumuza saldırı. 16 Ocak 2021 İdlib’in kuzeyinde Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarına keskin nişancı saldırısı. 25 Ocak 2021 İdlib’in doğu kırsalındaki Binniş Kasabasında Türk Silahlı Kuvvetlerinin merkez olarak kullandığı askerî üsse yönelik keskin nişancı saldırısı. 24 Şubat 2021 İdlib’in kuzey kırsalındaki Maret Mısrin bölgesinde Türk Silahlı Kuvvetlerine ait bir konvoya saldırı. 13 Mart 2021 İdlib kent merkezî yakınlarında Türk Silahlı Kuvvetlerine ait bir askerî konvoya EYP düzeneğiyle saldırı. 15 Mart 2021 İdlib kent merkezî sanayi bölgesi girişinde Türk Silahlı Kuvvetlerine ait bir araca daha önceden yola yerleştirilmiş bir EYP düzeneğiyle saldırı. 23 Mart 2021 İdlib’in güney kırsalındaki Türk Silahlı Kuvvetler üs noktası önünde daha önceden yola yerleştirilen bir EYP ve Türk Silahlı Kuvvetleri zırhlısının geçişi esnasında bunun infilak ettirilmesi. 8 Nisan 2021 İdlib’in güneyindeki Cebel Zaviye bölgesinde Türk Silahlı Kuvvetlerine ait bir askerî konvoya el yapımı patlayıcıyla saldırı. 15 Nisan 2021 İdlib’in doğusundaki korniş bölgesinde Türk Silahlı Kuvvetlerine ait konvoya EYP ile saldırı. 28 Nisan 2021, yine, İdlib’in güney kırsalında Mestume köyü ekseninde Türk Silahlı Kuvvetlerine ait zırhlı araçlara EYP saldırısı. 10 Eylül 2021 İdlib’in kuzeyindeki, İdlib keferya yolu üzerinde ilerleyen Türk Silahlı Kuvvetlerine yönelik EYP saldırısı. Bu saldırılarda ne kadar şehit verdiğimizi Savunma Bakanlığımız, değil saldırıyı yapan unsurların ismini anmak, şehit sayısını dahi veremiyor. Bu tezkerede böyle bir örgüte yönelik bir mücadele verileceğinden hiçbir şekilde söz edilmiyor. Aynı şekilde 33 askerimizin şehit verildiği ve Türkiye için âdeta bataklığa dönüşen İdlib konusunda koskoca, üstelik iki yıl süre istenen tezkerede sadece bir cümleyle geçilmiş. Denmiş ki: “İdlib’de, Astana süreci çerçevesinde istikrar ve güvenliğin tesisine yönelik faaliyetlerimizi hedef alan risk ve tehditler devam etmektedir.” Sizce bu ifade İdlib’den ülkemize yönelik tehlikeleri anlatmak konusunda yeterli mi? Ülkemizin terör örgütü listesinde yer alan ve İdlib’deki en kalabalık terör örgütü olan Heyet Tahrir el-Şam konusunda da tezkerede herhangi bir ifade bulunmuyor. Biz bu tezkerenin değil İdlib’de, tüm Suriye sathında dahi gerçek tehlikeleri görerek hazırlanmış bir metin olduğunu düşünmüyoruz.
İdlib’e, Rusya desteğiyle Suriye tarafından başlatılacak bir operasyonun ülkemiz açısından çok ciddi sonuçları olacağını hiçbir şekilde görmezden gelemeyiz. Böyle bir durumda askerlerimizin ve sınırlarımızın güvenliği öncelikli hedefimiz olmalıdır. Devir artık Suriye’deki durumun Türkiye’ye verdiği ve vereceği zararı ortadan kaldırmak için bu ülkenin içinde bulunduğu iç savaşı durdurma, barışı kurma ve barış için çalışma zamanıdır. Biz, Türkiye’nin Suriye politikasını bu şekilde kurgulamak istiyoruz. Biz Türkiye’de bulunan milyonlarca Suriyelinin kendi vatan topraklarına gönül rahatlığı içinde dönebilmeleri için zemin hazırlanmasını sağlayacağımızı söylüyoruz ve bunun için iki yılda gereğini yerine vadediyoruz. Siz ise değil barışı kurmak ve Suriye’yi istikrara kavuşturmak, bu kaosun iki yıl daha devam etmesini savunuyorsunuz. Biz bu oyuna gelmeyeceğiz. Suriye topraklarındaki oyununuzu millî dava bahanesi adı altında sürdürmenize asla müsaade etmeyeceğiz.
Bakın, size izlenmesi gereken politikanın ne olduğunu anlatalım: Suriye’de Birleşmiş Milletlerin tanıdığı ve meşru olarak gördüğü Esad yönetimiyle diplomatik ilişki kurulmalıdır. Esad’ın kendi ülkesinde toprak bütünlüğünü, egemenliğini ve siyasi birliğini kurabilmesi için kolaylaştırıcı olunmalıdır.
Burada bir konuyu daha özellikle vurgulamak isterim, Uluslararası Kriminal Polis Teşkilatı INTERPOL’ün resmî kaynaklarından yapılan açıklamaya göre, Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’ın yönetimi yeniden INTERPOL üyeliğine kabul edildi. Bu karardan Esad’ın diğer uluslararası kurumlar tarafından da kabul gördüğü anlaşılıyor. INTERPOL’ün kurum olarak da özellikleri göz önünde bulunulacak olursa INTERPOL özellikle uluslararası terörizmle mücadele konusunda Esad yönetimiyle birlikte çalışacak.
Bugünkü tezkerenin ana temalarından biri olan terörle mücadele konusu da göz önünde bulundurulduğunda, biz neden Suriye yönetimiyle konuşmuyoruz ve niçin Suriye yönetimiyle birlikte çalışmıyoruz, üstelik Adana Mutabakatı gibi bir dayanağımız bile varken? Afganistan’da olduğu gibi, burnu daha fazla kanamadan, daha fazla şehit vermeden Mehmetçik’imiz artık Suriye topraklarında macera aranmasına alet olmaktan vazgeçilmeli; planlı, programlı, belli bir takvime bağlı bir çıkış stratejisinin derhâl hayata geçirilmesi ve böylece Suriye yönetimiyle yeniden güven sağlayıcı bir ortamın hazırlanması gereklidir.
Değerli milletvekilleri, sürekli radikal terör örgütlerinin yeni varyantlarının çıktığı bir alanda askerlerimizin daha fazla kalmasına karşı çıkıyoruz, radikal terör örgütlerine karşı askerlerimizin canlı kalkan olarak kullanılmasına karşı çıkıyoruz ve biz bu tezkereye “Hayır.” diyoruz.

Bir Cevap Yazın