TBMM Genel Kurul konuşmasını izlemek için tıklayınız.
– Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Lübnan’da konuşlanmış bulunan Birleşmiş Milletler Gücü UNIFIL’in görev yönergesinin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 2485 sayılı Kararı’na dayanarak uzatılmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi konusunda Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, tezkereyle ilgili görüşlerimizi gündemimizi asıl meşgul eden konuya değindikten sonra belirtmek istiyorum.
Amerika Birleşik Devletleri ile Türkiye arasında 17 Ekimde mutabakata varılan ve bugün itibarıyla tamamlanması gereken yüz yirmi saatlik sürenin son saatlerine girmiş bulunuyoruz. Kamuoyuna yansıyan bazı haberler var. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Halkbank hakkında dava açılmaması için ABD Başkanı Donald Trump’la görüştüğü, Trump’ın dava açılmasını engelleyecek bir anlaşma sağlanması için Adalet Bakanı William Barr ve Hazine Bakanı Steven Mnuchin’i görevlendirdiği ancak bu girişimin sonuçsuz kaldığı, Halkbankın lobi şirketi Ballard Partners’a Kasım 2018 ile Mart 2019 arasındaki dönemde kendi adına lobi faaliyetlerinde bulunması için 780 bin dolar ödeme yaptığı gibi haberler.
Barış Pınarı Harekâtı’nın başlamasını müteakip New York Güney Bölgesi Savcılığı da Halkbankın İran’a uygulanan yaptırımları delmesine yardımcı olduğu iddiasıyla bir iddianame hazırladı. İddianamede Halkbanka aralarında kara para aklama ve dolandırıcılığın da bulunduğu 6 suçlama yöneltiliyor. Eş zamanlı olarak Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın ve ailesinin mal varlığının araştırılması tehdidi geldi ve ardından “Ben Trump’tan başka biriyle konuşmam.” diyen Sayın Erdoğan Trump’un yardımcısıyla bir saat on dakika konuştu. Heyetler arası görüşmelerle birlikte görüşme süresi dört buçuk saati buldu. Uluslararası haber ajansları da bu görüşmeler esnasında YPG’nin ABD’yle temasta olduğunu belirtti. Bu görüşmeler için ABD yetkililerine bir telefon ve oda tahsis edildiği dahi ortaya çıktı. Yani bu ne demek oluyor? Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ile “terör örgütü” denilen YPG arasında telefon bağlantısı kuruldu demek oluyor.
Değerli milletvekilleri, Suriye politikası bizi batağa sokmaya devam ediyor. Tek bir partinin çıkarları üzerine kurulan iç politika ve dış politika gibi şimdi ulusal güvenliğimiz de kişi odaklı olarak kurgulanıyor. Ne demiştik? Demiştik ki: 17 Ekim tarihinde Suriye’deki durumla ilgili olarak Amerika Birleşik Devletleri ile Türkiye arasında bir mutabakat metni imzalandı ve bu mutabakatta öngörülen bir süre üzerinde anlaşıldı. Elimizde 13 maddelik bir mutabakat metni var. Ona baktığımızda aslında birtakım gelişmeler olduğu anlaşılıyor. Örneğin, YPG’nin bölgeden çıkışıyla ilgili bir söz verildiği anlaşılıyor ama ne kadar bir derinlik içinde çekilecek, hangi bölgeye çekilecek? Bunlar pek anlaşılmıyor çünkü belgede yazılı değil. Bu bölgeyle ilgili olarak daha önce tarif edilen genişlik orada hiçbir şekilde kilometre belirtilerek gösterilmiyor.
Mutabakatın 5’inci maddesi şöyle diyor: “Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri Suriye’nin kuzeydoğusunda IŞİD’le mücadele faaliyetlerinin devamında kararlıdır. Bu, önceden IŞİD kontrolünde olan alanlarda yaşayıp yerinden edilen şahıslar ile alıkoyma merkezleri hususlarında uygun şekilde gerçekleşecek eşgüdümü de içerir.” Bu “alıkoyma merkezleri” ifadelerinden kasıt değerli milletvekilleri IŞİD militanlarının tutulduğu hapishanelerdir. Savunma Bakanı kontrol altına aldıkları bölgedeki bir hapishaneye Türk Silahlı Kuvvetleri ulaştığında bu hapishanenin boşaldığını tespit ettiklerini söyledi. Bu nasıl bir eşgüdüm? 700-800 IŞİD militanın kaçtığı söyleniyor. Bunları yakalamak için kimle nasıl eşgüdüm yapılacağı merak konusu. Zira Türk Silahlı Kuvvetleri M4 Karayolu’nun kuzeyinde, Amerika Birleşik Devletleri askerleri ise güneyinde. IŞİD militanlarının tutulduğu hapishanelerin birçoğunun da Türkiye’nin sınırlarına 32 kilometreden çok daha uzakta olduğu belirtiliyor. Nasıl olacak bu eşgüdüm?
İster istemez akla Türkiye’nin İdlib’te aldığı ve yerine getiremediği için mahcup olduğu, sürekli eleştirildiği yükümlülükler geliyor. Hatırlanacaktır, Türkiye İdlib’teki terör örgütlerinin bölgeden çekilmesini sağlayacaktı ama yapamadı, ağır silahların bölgeden çekilmesini sağlayacaktı ama yapamadı. Peki, şimdi, İdlib’te yapamadığını kuzeydoğu Suriye’de nasıl yapacak? Hem de IŞİD militanlarına gardiyanlık yaparak, öyle mi?
Değerli milletvekilleri, yerine getiremeyeceğimiz sözleri vermemek gerekir zira böyle sözler verip de yerine getiremezseniz mahcup olursunuz. Sahadaki duruma baktığımızda biz bundan bir süre önce Suriye yönetimiyle bu kadar yakın ve bu kadar karşı karşıya gelmemiştik. Tel Abyad ve Resulayn’da Türk Silahlı Kuvvetlerinin bulunması ancak Menbiç, Kobani ve Kamışlı’da Suriye yönetiminin ordusunun bulunması artık bu bölgede birbirimizle muhatap olmaya çok yaklaştığımızı gösteriyor.
“Cumhuriyet Halk Partisinin Suriye Politikası” isimli bir belgeyi 7 Ekim tarihinde paylaştığımızda orada göreceksiniz, en kısa zamanda iktidarın Suriye’ye bir heyet göndermesini, bu heyetin ön temaslarda bulunmasını, Suriye tarafından da bu temasların kalıcı olacağına dair bir işaret alındığı takdirde resmî ve daha teşekküllü bir heyet gönderilmesinin gerekli olduğunu düşündüğümüzü anlatmıştık.
Türkiye Adana Mutabakatı’ndan kaynaklanan haklarından hareket ederek Suriye yönetiminin Türkiye-Suriye sınırının güvenliğini ve Türkiye’nin güvenlik tehdidi algılarının ortadan kaldırılmasını sağlamasını istemelidir. Buna şimdiye kadar hep “Suriye Hükûmeti muktedir değil çünkü o bölgede yok, o bölgede kontrolü elinde tutamıyor.” diye itiraz ediliyordu ve böyle bir imkân olmayacağı söyleniyordu. Şimdi, Suriye ordusu Fırat’ın doğusuna geçmiş durumda. Bu imkân ortaya çıktığına göre Suriye’yle yapılacak diyalogda ve görüşmede birinci öncelik iki ülkenin terörle ortak mücadelesini sağlamak, terörle mücadele ortak olmakla birlikte Türkiye’nin Suriye’deki tehdit algılarını ortadan kaldıracak şekilde Suriye tarafından güvence verilmesini istemek ve ileriye dönük olarak Türkiye’de geçici koruma altında bulunan aşağı yukarı 4 milyon Suriyelinin geleceğini konuşmak. Bunlar önemli çünkü böyle bir tasavvurumuz var, bu insanların koşullar düzeldiği zaman kendi ülkelerine dönmelerini arzu ettiğimizi söylüyoruz. Söylüyoruz da şunu unutuyoruz: Bu dönüşün uluslararası hukuk açısından gönüllü olması gerekir. Böyle bir gönüllülük esasının sağlanması için Suriye Hükûmetinin güvence vermesi gerekir. Bütün bunlar için de doğrudan doğruya Suriye’yle görüşülmesi gerekir. Gerektiğini herkes biliyor, bizim tercihimiz bunun egemen bir kararla hayata geçirilmesidir, Rusya istedi diye değil.
Değerli milletvekilleri, Türkiye bir yalnızlık içinde. Bunu “değerli yalnızlık” diye tarif etme çabaları da oldu geçmişte. Uluslararası ortamda yalnızlık değerli bir şey değildir. Türkiye 2008’in sonundan başlayarak 2009’dan itibaren dış politikada çok ciddi yanlış adımlar atmış ve çok ciddi hatalar yapmıştır. Bu hataların sonucudur ki Türkiye hem kendi müttefiklerinin gözünde hem de bölge ülkelerinin gözünde ciddi bir şekilde yalnızlaşmıştır. Yalnızlık, tecrit edilmek demektir. Türkiye gibi ülkeyi de uluslararası toplumdan tecrit etmeye kimsenin hakkı yoktur. Bu yalnızlık hiçbir şekilde savunulacak, kabul edilebilecek bir durum değildir.
Sayın Dışişleri Bakanı ilkelerden söz etti iki gün önce. Bu “ilke” kavramı üzerinde biraz durmak isterim. Örneğin, dış politikada taraf tutmamak bir ilkedir, hem de çok önemli bir ilkedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikasında da önemle uygulanan bir ilkeydi, hele konu Orta Doğu olunca, hele konu bu bölgedeki ülkelerin kendi aralarındaki sorunlar olunca. Ama bu taraf tutmama ilkesi artık dış politikamıza ışık tutan ilkelerden biri olmaktan çıktı. Her fırsatta taraf tutan, taraflar arasında ayrım yapan, bu nedenle de çözüm üretme kapasite ve yeteneğini kaybeden bir dış politika uygulamasıyla karşı karşıyayız.
Dış politikada taraf tutmak bir ilkesizliktir. Örneğin, komşuların iç işlerine karışmamak, bu da önemli bir dış politika ilkesidir. Suriye’nin bir yönetimi varken, bu yönetimin bir ordusu varken kalkıp etraftan toplanmış, düzensiz ve uluslararası kamuoyu tarafından “Türkiye’nin başı bozuk grubu” diye adlandırılan bir grubu “Suriye Millî Ordusu” diye adlandırmak iyi komşuluk ilişkileri ve ilkesiyle bağdaşmaz. İyi komşulukla bağdaşmayan bir davranış da iç işlerine karışmama ilkesiyle bağdaşmaz, bu da ayrı bir ilkesizliktir. Örneğin, toprak bütünlüğü ve egemenliğe saygı, sınırların dokunulmazlığı bir başka ilkeler dizisidir. Bu ilkeleri sözde destekliyormuş gibi görünüp, özde ihlal eden davranışlar başka bir ilkesizlik örneğidir.
İşte değerli milletvekilleri, bu ilkesizlikleri dış politikaya yansıtanların Cumhuriyet Halk Partisine ilkeler konusunda söz söylemeye hakkı yoktur. Türkiye, tarafsız bir ülke olmayacak şekilde ve bölgesindeki ülkelerin kendi kendilerine sorunlarına çözüm bulmalarını yok edecek bir biçimde taraf tutan ve bu bölgeye belli bir ideolojik bakışla bakan, düzen kurmaya girip tamamen karmaşa ve düzensizlik yaratan bir dış politika uygulamıştır Orta Doğu’da. Bu da bugün Türkiye’yi dünyada çok ciddi bir şekilde yalnız bırakmıştır. “Orta Doğu’da bizden habersiz yaprak kımıldamaz.” politikası çöken, Neoosmanlıcılıkla Suriye’de batağa saplananların bizleri eleştireceği son alan dış politika anlayışımızdır.
Şu, neresi millî olduğu bir türlü anlaşılamayan, sözde Suriye Millî Ordusu’yla ilgili olarak uyarılarımızı yinelemek istiyorum. Sahada Türk Silahlı Kuvvetlerinin kontrol edemeyeceği sayıda mensupları var ve bugün Türkiye aleyhine çıkan haberlerin çoğunu bu grupların eylemleri oluşturuyor. İktidar, Kuvayımilliye’yle benzeştirme gafletine düştüğü bu grupların ülkemizi uluslararası hukukun ihlali gibi bir ithamla karşı karşıya bırakmasına karşı gereken tedbiri almalıdır. Türkiye’nin güvenli bölgeye girerken bu grupları bölgeden uzak tutmak konusunda Amerika Birleşik Devletleri’ne herhangi bir güvence verip vermediğini buradan sormak isteriz.
Değerli milletvekilleri, UNIFIL, Birleşmiş Milletler Şartı’nın 6’ncı bölümü uyarınca görev yapan bir barışı koruma misyonudur. Görevleri kapsamında güç kullanabilir. 29 Ağustos 2019 tarihli ve 2485 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı’yla UNIFIL’in görev süresi 31 Ağustos 2020’ye kadar uzatılmıştır. 2485 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı’nda düşmanlıkların durdurulmasının ihlaline dikkat çekilerek yeni bir çatışmayı bölgenin kaldıramayacağına işaret edilmesi önemlidir. Yine aynı kararda, Lübnan Hükûmetini donanmasının yeteneklerini artırarak UNIFIL Deniz Görev Gücü’nün yükünü azaltmaya çağıran ifadeler de önemle not edilmelidir. Neden önemle not edilmelidir? Çünkü Türkiye 2006 yılından bu yana UNIFIL Deniz Görev Gücü’ne katkı vermektedir. Demek ki 2485 sayılı Karar artık Türkiye’nin bu katkısının Lübnan tarafından üstlenilmesini öneriyor.
Merkezi Nakura şehrinde bulunan ve 55 noktada konuşlu UNIFIL Lübnan’ın güneyinde görev yapmakta ve Lübnan kıyıları boyunca uzanan bir deniz gücüyle de desteklenmektedir. UNIFIL yani Lübnan’daki Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü ilk olarak 1978 yılında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 425 ve 426 sayılı kararları uyarınca İsrail kuvvetlerinin Lübnan topraklarından çekilmesini ve İsrail-Lübnan sınırının güvenliğini sağlamak ve Lübnan devlet otoritesinin Lübnan’ın güneyinde hâkim olmasına yardımcı olmak amacıyla kurulmuştur.
Şimdi sorarım size 2485 sayılı Karar, Lübnan Hükûmeti donanmasının yeteneklerini artırarak UNIFIL Deniz Görev Gücünün yükünü azaltmaya çağırıyorsa Türkiye neden UNIFIL’e katılmak yerine Lübnan donanmasının güçlendirilmesine katkı sağlayıp da yardımcı olmuyor?
Değerli milletvekilleri, bugün geldiğimiz noktada UNIFIL’in İsrail ve Hizbullah arasındaki çatışmaları yatıştırmada kısmen başarılı olduğunu, bölgedeki gerilimin hâlâ çok yüksek ve gidişatın kırılgan olduğunu maalesef söylemek durumundayız. Askerlerimizi Birleşmiş Milletler misyonuna katkı sağlamak için Lübnan’a göndereceksek şu hususları da akılda tutmak gerekiyor.
1) Güney Lübnan’da Lübnan ordusu dışında bir silahlı güç olmamasını beklemek bugünkü koşullar altında gerçekçi değildir.
2) Birleşmiş Milletler raporlarına ve Birleşmiş Milletler güvenlik kararlarına göre mavi hat etrafındaki ihlaller devam etmektedir.
3) Birleşmiş Milletler raporlarına göre mavi hattın ortadan ayırdığı Gajar köyündeki İsrail işgali devam etmektedir.
4) Hizbullah ve İsrail arasındaki gerilim sürmektedir. Son olarak, Hizbullah güçleri 1 Eylül 2019’da İsrail’in bir askerî aracını imha etmiştir.
5) Lübnan halkı kötü yönetim, yolsuzluk ve hayat pahalılığını protesto etmek için günlerdik sokaklardadır. Ülke tarihinin en büyük gösterileri yaşanmakta ve insanlar ilk defa etnik, dinsel ve mezhepsel farkların ötesine geçerek hükûmeti protesto etmektedirler.
Dolayısıyla, Lübnan iç siyaseti kırılgan bir dönemden geçmektedir. Hâl böyleyken Lübnan’daki Birleşmiş Milletler misyonuna asker gönderme yetkisi isteyen iktidara şu uyarıları yapmak durumundayız: Başta Suriye olmak üzere Orta Doğu’ya yönelik politikanızın hâkim tonu olan mezhepçi bakış açısını Lübnan’la ilişkilerimizde de uygulamayı aklınızdan bile geçirmeyin. Lübnan’ın iç işlerine karışmayın. Lübnan’daki bütün kesimlere eşit mesafede durmaya özen gösterin. Askerlerimizin Lübnan’daki mevcudiyetinin bütün Lübnan halkının menfaatine olduğunu ve tek amacımızın Lübnan’ın barış ve istikrarını korumak olduğunu sürekli olarak vurgulayın. Yani özetle, ilkeli bir Lübnan politikası izleyin. İlkeli dış politika uygulamasına bari artık Lübnan’dan başlayın.
Bölgedeki güvenlik şartları göz önünde bulundurulursa UNIFIL önemli bir görev üstlenmektedir. Lübnan’la ikili ilişkilerimiz de göz önünde bulundurulursa, Anayasa’nın 92’nci maddesi gereği, tezkerenin uzatılması gerekmektedir. Türkiye’nin UNIFIL’e yaptığı katkılarla barışı koruma harekâtının etkin biçimde icrasında önemli bir işlev üstlendiğini düşünüyoruz. Türkiye’nin Birleşmiş Milletler sistemi içinde gerek bölgesel ve küresel ölçekte gerekse kapsamlı sivil-asker iş birliği faaliyetleri vasıtasıyla Lübnan toplumunun her kesimi nezdinde görünürlüğünün artmasına önem veriyoruz. Barışa ve istikrarın korunmasına yönelik politikaların sürdürülmesine hizmet etmek için UNIFIL’e katkımızın sürdürülmesi gerektiğine inanıyoruz.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin UNIFIL’in görev süresinin uzatılması yönündeki 2485 sayılı Kararı uyarınca, Türkiye’nin Lübnan’da konuşlu Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücüne Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarıyla verdiği desteğin süresinin uzatılması bu çerçevede olumlu bir gelişme olacaktır. Yalnız, şuna da dikkatinizi çekmek isterim: 2485 sayılı Karar UNIFIL’in görev süresini 31 Ağustos 2020 tarihine kadar uzatıyor, önümüzdeki tezkereyse bir yıllık süre istiyor yani UNIFIL’in görevi bizim tezkerenin süresi bitmeden sona erebilir. Hani, biz uyaralım dedik: İktidar yurt dışına asker göndermeye o kadar hevesliyken Lübnan’daki askerlerimizin oradaki varlıkları sonra birdenbire hukuksuzlukla karşılaşmasın. Zira, uluslararası hukuka saygı da önemli bir dış politika ilkesidir.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. https://youtu.be/em2lKCOqeeI
Bir Cevap Yazın